FORUM YÖRÜK ALEMİ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Similar topics
    Arama
     
     

    Sonuç :
     


    Rechercher çıkıntı araştırma

    En son konular
    » Mızmar gitmek
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptySalı Tem. 21, 2020 10:35 am tarafından dutluca-bilecik

    » Eviciklenmek
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptySalı Tem. 21, 2020 10:29 am tarafından dutluca-bilecik

    » Evtenlemek
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptySalı Tem. 21, 2020 10:21 am tarafından dutluca-bilecik

    » Songurlamak
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptySalı Tem. 21, 2020 10:14 am tarafından dutluca-bilecik

    » hunna
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptySalı Haz. 18, 2019 3:29 pm tarafından dutluca-bilecik

    » Özene bezene
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptySalı Haz. 18, 2019 3:08 pm tarafından dutluca-bilecik

    » Bele bağlanan kuşak
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptyÇarş. Haz. 12, 2019 11:33 am tarafından dutluca-bilecik

    » ÜNLEYİVER
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptyÇarş. Haz. 12, 2019 11:29 am tarafından dutluca-bilecik

    » Yörüklerin yaşadığı yerler gibi ufku açıktır.
    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER EmptyÇarş. Haz. 12, 2019 11:10 am tarafından dutluca-bilecik

    Nisan 2024
    PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    2930     

    Takvim Takvim

    Sayaç
    Website counter
    Dost Siteler
    www.yoruklerobasi.com
    http://www.forumyoruk.com


    ****** Diyor ki

    A


    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER

    Aşağa gitmek

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER Empty YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER

    Mesaj tarafından İbrahim ÖNDER C.tesi Ocak 17, 2009 6:20 pm

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER


    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER 365qp2



    YÖRÜK OBALARIMIZ Yükseklere çıkmak, uçsuz bucaksız bozkırlara, yeşil ovalara, kıvrım kıvrım akan, suları berrak derelere, yemyeşil çayırlara, alçak tepelere, pıynarlı yakalara dağlardan bakmak, burcu kokulu kabaardıcın gölgesine yaslanmak, ağacın gövdesine dengilmek, çayıra uzanmak, keçilerin çanlarını, eğrekteki koyunların melemelerini, develerin hataplarındaki havan çanlarını dinlemek, öküzlerin böğürmelerini sığırtmaç düdüğüyle beraber duymak, danaların tozu dumana katışını görürken hergelecinin sıklığını duymak, atların kişnemesini, ineklerin böğürmesini, horozların ötmesini, koyunların melemelerini duymak, kaval sesiyle geçmişe dalmak, cura sesiyle uyanmak, kemençe sesiyle sevdayı hatırlamak, tekenin kayadan kayaya sekmesi, böğelek tutmuş düvenin koşuşturması, kısrakların suya dörtnala gitmesini görmek ne zevklidir Yörük için.

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER Adesddeu3


    Bulgurla ya da mısır unundan yapılan dingil çorbası soğuk algınlığına şifadır. İçine buğday ekmeği ufalar da iki kaşık yoğurt katıp karıştırırsan ne olur acaba? Fakirin de kendine özgü zevkleri vardır. Üzümle ya da karpuzla yenen buğday ekmeğinin tadını ne bilsin zengin. Bilse fakir olası gelir. Öte yandan "Ak kesenin yoğurdu, kel (küçük) karının doğurduğu iyi olur." derler. İşte kese yoğurdunu sıvıdır da buğday ekmeğini de ayı kulağı yapıp başlarsan yemeye, o tadı unutabilir misin? Farkına varmadan o hızla iki üç yufkayı bir koca çanak kese yoğurdunu bitirir de daha gerisi yok mu diye melil melil bakarsın.


    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    Yıl 1966. Bölgede nam salmış Fethiye Bekçilerli Sami Efe'nin himayesinde, Cin Biberi lakaplı oynak bir kadın vardır. Cin Biberi, görenlerin anlattıklarına göre güzel, çevik, alımlı, özel gecelerde oynadığı zaman tengerek gibi dönen, 'sarıca da buğday tanesi'ni oynarken seke seke yürüyüp döndüğünde etekliği de pervane gibi döner, ak dastarlı gıymanası savrulurmuş. Zülüfleri simsiyah boynuna kadar inermiş. Yaylalarda pek çok insanın görmek isteyip de göremediği, sadece varlıklı, piyasada namı olan, sırdaş insanların görüp seyrettiği bir kadındır. Her oynak kadının bir efesi vardır ve onun himayesindedir. Cin Biberi'nin de efesi Bekçilerli Sami Efe'dir. Sami Efe özellikle yayla köylerinde nam salmış, gözü pek, yürekli bir delikanlıdır. Fethiye’nin Seki yaylasında, Karaçulha yaylasında, Burdur'un Çavdır ilçesinde Dengere köyünde, Kozacı köyünde, Antalya’nın Elmalı ilçesinin Güyü köyünde, Barak köyünde daha pek çok köyde obada dostları, yine yiğit arkadaşları vardır. Ünü her geçen gün artmaktadır. Zaten Cin Biberi gibi, herkesin gözü olan kadına sahip olmak onun hem namını artırmış hem de düşmanlarını çoğaltmıştır.


    Bayram gelmiştir. Bu zamana kadar diğer efeler tarafından kaçırılacağı endişesiyle Cin Biberi'ni yanından ayırmayan Sami Efe o gün bayram namazına gelir. Bunu fırsat bilenler Cin Biberi'ni kaçırır. Bir çocuk olayı, Sami Efe namaz kılarken camiye girer ve kulağına söyler.


    Sami Efe namazı bırakıp yalınayak koşmaya başlar.


    Kalan saman kıl hararlara doldurulur kışın hayvanlara yem olsun diye. Kışın zor günlerinde samana biraz arpa karıştırılır hayvanlara yedirilir. Samanın tôraya dolduğunu hayvan görür, arpayı da avucunla kattığını görür ve arpayı da yiyeceğine hayvan inanır. Eğer elinle arpa çuvalından arpayı alıyormuş gibi yapıp tôraya katmadan katıyormuş gibi yaparsan hayvan arpayı tôranın içinde sanır saman bitinceye kadar yer. Bu arada karnı da samanla doymuş olur. Bu ağanın ırgatına, patronun işçisine, amirin memuruna, yönetenlerin yönetilenlere yaptığı numara gibi bir şeydir. Anlar gederiz de bu arada arpasız samanı yemiş oluruz. Çiftçinin hayvanı kandırdım diye sevindiği gibi ağalar beyler de bizi kandırdığı için sevinirler.


    Kısrakların yanında bir dönem de öküzlerle harman dövüldü. Hayvanların çekmediği mi kaldı bu insanlardan! İki geniş tahtanın altına çakmak taşı çakılır. Buna döven denir. İki de öküz gerekir bunları çekmek için. Bilinen yol bellidir “Tutulan öküz döver çatmayı.”. Sıyırtmaççı öküzü ve sığırları güder, hergeleci danalarını ve bızaları güder o nedenle ”Hergeleci neredeyse küçük dana oradadır. “ derler. Neyse; sıyırtmaçcı gözüne yaradığı ya da tek durmayan kızdığı öküzü tutar. Harman sahibi de dövene koşar. Akşama kadar harmanın etrafında bağıra bağıra döner. Ve harman dövülür. Diğer öküzler de akşama kadar yayılır. Devamlı yerler. Tutulmasa eyi de, tutulmamak elinde mi öküzün. Bu da tıpkı bir işyerinde ya da asker ocağında iki üç kişinin çalışıp da gerisinin keyfine baktığı gibi olur.




    Tek göz köhne evlerinde Ortaçağ yaşamını andıran bir süreçten geçiyordu Karaca. Yaşam yokluklara ve zorluklara rağmen devam ediyordu. Büyük kız Cennet ile Hasan ilkokula lastik ayakkabılarında çıplak ayakları hep çorapsız gidiyordu. Yoktu yağmurlu günlerde paltoları; yoktu soğuk günlerde çorapları, şapkaları. Karınları açtı; ama okumak istiyorlardı. Kara yazgıyı değiştirmek istiyorlardı. Ellerin çocukları varlık içinde neşeyle koşuştururken, onlar insanlara görünmemek için koşuşturuyorlardı. Çünkü yoksulluktan üstleri başları eskiydi. Ellerin çocukları elektrikli evlerinde sobanın karşısında ders çalışırken onlar, gaz lambasının önünde, yorganın altında elleri titreyerek, kalem tutarak, gözlerini kamaştırarak ders çalışabiliyorlardı. Cennet ile Hasan mahzun, mazlum, garip, biçare idi. Aylardır et yüzü görmemişlerdi; tatlı nedir, baklava nedir bilmiyorlardı. Çeşit çeşit yemekleri utana sıkıla gittikleri dualarda veya düğünlerde görebiliyorlardı. Ya da bayramları bekliyorlardı; konu komşunun vereceği bir parça payı, ellerin eskisi de olsa giyebilecekleri elbiseleri görebileceklerdi. Ama o elbiseler köylü bir çocuğun elbiseleriyse, sokağa gülerek çıkmak mümkün müydü? Oysa o kutsal bayramlar sadece böyle mi hatırlanmalıydı?



    Sadakatin kaybolmaya yüz tuttuğu ihanetlerin doruğa çıktığı günümüzde Talat Karaca'ya eşi Emine bakıyor. Emine eli ayağıdır Talat'ın. Tuvaletinden, tıraşından, yemesinden, içmesinden her şeyini isteyerek, severek yapıyor; kocasını hala umut olarak görüyor.





    Yemeyip yediren, içmeyip içiren, giymeyip giydiren, yokluklar içinde zorluğa katlanıp okusun, adam olsun, işi gücü, işi aşı olsun diyen ana. “Okulu bitirsin, imtihanlar kazansın, büyük adam olsun ama gene de hasretine dayanamam, yancağızımda, gözümün önünde olsun.” diyen ana. Gurbette ise gündüz hayalle, gece rüyayla yakın olmaya çalışan, gözü hep yolda olan ana.


    Gelin olacak kızını, askere gidecek oğlunu kınalayan ana. Kocaya verdiği kızının çeyizlerini hazırlarken, gece gündüz, ele güne laf olmasın diye hazırlık yapan ana. Kına gecelerinde ağıtlar yakan, gelin olup evden ayrılırken ağlayarak uğurlayan ana. Sonra kızının iyi haberlerini bekleyen, kızıma iyi baksın diye ziyaretlerde damada sevincinden ne yedirip içireceğini şaşırıp, hizmet eden ana. Oğlu askerde ise, vatanı korusun derken gururlanan, bir yandan da, “Aç mıdır? Açıkta mıdır? Susuz mudur? Uykusuz mudur?” diye yüreği hasretle yanan ana. Evladının yuvasında mutlu olmasını isteyen, dişinden tırnağından artırdığı yiyeceğini, paracığını, eşyasını gönül rahatlığıyla saklıca evladına veren ana.


    Torunları olunca daha bir sevinen, çocuklarından daha kıymetliymiş gibi, torunlarını öpüp öpüp koklayan, tepesinde gezdiren, bakkal bakkal dolaştırıp yiyecek alan, torun ne derse ardından giden ana. Giyecekler dikip, kazaklar ören, torunlarına sarılırken çocuğunu da aklına getirip ikisini birden hissedip bağrına, yapıştırırcasına basan ana. Evladını büyütmek yetmezmiş gibi, torununu da büyüten ana.


    Tam “Çocuklarımın muradına erdim. Torunlarımı gördüm, eşim de işim de düzene girdi.” derken, saçlarına ak düşen, eli ayağı tutmaz olan, yaşamın derdiyle, hastalığıyla da baş etmeye çalışan ana. Evlada hissettirmeden kıvranan ama gene de evladının tasalanıp üzüleceğini düşündüğü için, “Çok iyiyim.” deyip, acılara katlanan ana. Zaman ilerledikçe yaşlanan, dünyada yeni analar bırakıp, ahirete göçüp giden ana. Sonuçta, cenneti ayakları altında barındıran ana.


    Türkler, özellikle kara yılana dokunmazlar. Yıllar önce Yayla Karaçulha'da Epeni ile Kazancı arasında, Örtülü mevkisinde çadır kuran Göybenli, bir bacağı olmayan, yaşlıca çoban hayatını anlatırken, büyükçe bir kara yılanı taşla yaraladığını, yılanın yuvasına gidince yaralarından karıncaların yemeye başladığını, çaresiz olan yılanın adama bakıp bakıp çaresizlikten ve öfkeden kafasını yere vurduğunu ve çok geçmeden kazada ayağının kesildiğini ve yılan gibi sürünerek yaşadığını anlatmıştı. Kara yılanların, kendine saldıran insana aylar, yıllar sonra geri dönüp saldırdığı da bilinir. Bazı yılanlar da süt emmeye alışkındır. Dağda yayılan sığırların arka ayağına dolanıp sığırı, iple duşaklar gibi zapt edip emer; keçi ve koyunların da bellerine dolanıp zapt edip emer. Yılanın süt emmesine alışan hayvanlar da sakınmazlar, emdirirler. Yılan, atasözlerimizde de vardır, "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” veya “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” diye.


    Mersindeki bu yurtta Yörük kadını sütü sağdıktan sonra, Bir çanağa koyup evin arkasında taş arasına koyuyor. Yılan gelip sütü içiyor. Yörükler yılansız ev olmaz derler. Yılanları beslerler. Dünyada yaratılanı en çok sevenler Yörüklerdir.


    Bu yurttan da ayrılarak yaklaşık yirmi kilometre daha gittik. Tarlalardan geçtik, ormanın içine vardık. Göç vakti gelmiş çoban hazırlanıyor. Develerin hatapları yenilenmiş, havan çanları takılmış, yükler hazır


    O tepeye her gün tengerek, halaç eğirmeye, nakış, oya işlemeye gelen kadınlar, belki o güzelliklerin içlerinde imiş gibi boş gözlerle bakarlar. Gençleri küme küme otururlar, evlerinden getirdikleri gatmarları, dürgeleri, yufkaların içlerine koydukları çökelekleri çaylarıyla birlikte yerler, el işlerini yaparlar, her biri yaşanmış aşkları, olayları içeren türküleri, manileri söylerler, anlatırlar. Farkında olmasalar bile günlerini doyasıya yaşarlar. O dünyayı yaşlı nineler, gençler, çocuklar her gün görüyor, her gün yaşıyor. Ama Gözlen Beleni’ne ilk defa geliyorsanız dünyayı yeniden keşfettiğinizi sanırsınız.




    Dirmil’in çalgıları ve türküleri Teke Yöresi'nde hep dinlenir. Dünya, Antalya, Fethiye arası ve Denizli, Burdur ile Isparta’ya uzanan Teke Yöresi'ni, Dirmilli Curacı Kadir’in çaldığı çörten boğazı, Kör Emin sazı ile ayrılık türküleri, Gara Mehmet, İsmail Evcil’in yurtların acılarını, sevdalarını, çığırır gibi, bağırır gibi ses çıkaran sipsisiyle tanır. ”Şu Dirmil’in çalgısı”, “Dirmilcik'ten gider yaylanın yolu”, “Curacı da Kadir saz önünde kız oynatmış desinler” ve keklik ötüşlü türküleri çok namlıdır.


    Laf lafı açtı. Her gün iki sayfa ******'ün Nutuk'unu okuduğunu söyleyince inanamadık. Evine girdi, Osmanlıca yazılmış Nutuk'u getirdi. Bize bazı bölümlerini okuduktan sonra haritaları çıkardı. Haritalar Anadolu’yu işgal eden devletlerin nereyi işgal ettiğini gösteriyordu. Diğer haritalar da Sakarya, İnönü, Kocatepe, Çanakkale cephelerindeki savaş planlarını. Türk ve işgalci düşman cephelerini gösteriyordu. Nuri Dede haritalardaki Osmanlıca yazıları Türkçe'ye çevirerek anlattı.


    Sonra içeri davet etti. Evinin bir tarafında yıllarca saklanan kitaplar, vesikalar, haritalar var. Bu eserlerin bazıları, müderris olan üvey babasından kaldığı belliydi. Üvey babası, padişahın fetvasına, “Padişah esirdir; esirin fetvası geçersizdir.” diyerek ******'ün yanında yer alan ve Müdafaayı Hukuk Cemiyeti'ni bu bölgede organize eden Denizli müftüsü ile beraber hareket etmiş. Denizli'nin o zamanki bütün ilçelerindeki müftüleri, hocaları, müderrisleri, ileri gelenleri örgütleyip kurtuluş mücadelesinin içerisine olan üvey baba.


    Nuri Dede ülkemizi düşmanlardan kurtaran bölgenin ileri gelenlerini, Müdafaayı Hukuk Cemiyeti'nin, hemen hemen hepsi hakkın rahmetine kavuşan kurucularını ve üyelerini elindeki vesikadan tek tek okudu. Biz de bir fatiha üç ihlas suresi Herkes pür dikkat bekliyor. Kimsede çıt yok. Çoban önde, naralar atarak, koşarak dağdan göle doğru iniyor. Arkasında kuru üzümle beslediği el koçu, kırmızıya boyanmış gelin gibi. El koçunun ardında diğer koyunlar büyükten küçüğe sıralı, büyük bir düzenle koşarak geliyor. Geleneksel coşkuyu onlar da algılamış sanki. Çoban gölet kıyısına gelince, suya hızlı ama usulca, suyu bulandırmadan, dalga yapmadan giriyor. Hemen arkasından el koçu, arkasından da son sürat gelen koyunlar göle giriyor. Ve yüzerek karşıya geçiyorlar.
    Eğer elkoçu, gözünü kırpmadan çobanın arkasından suya atlarsa çoban onu zaman zaman kucağına alıyor. El koçunun yünü üç yıldır kırkılmadığından, suda ıslanınca ağırlaşıyor ve koç yüzmekte zorlanıyor. Koyunlar gölün karşısına geçerken kirden arınsın diye çobanın yakınlarından birkaç kişi suya girerek koyunları başlarını da yıkamaya çalışıyorlar.O arada çoban da geleneksel itiraflarını haykırarak yapıyor. Koyunları kimin ekininde otlattıysa, kimin nohudunu yedirdiyse bir bir itiraf ediyor. Haram yedirdiği yiyecekleri itiraf ederek kendi günahtan, koyunları da kirden arınıyor. Suyun içindeki bu itiraf töreni acaba suyun azizliğiyle mi ilgili? Bu geleneğin başlangıcını araştırmak için not alıyorum defterime


    En son Ödemişli Yörük tarafından C.tesi Ocak 17, 2009 6:24 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    İbrahim ÖNDER
    İbrahim ÖNDER
    Site Kurucusu
    Site Kurucusu

    Erkek Mesaj Sayısı : 525
    Yaş : 51
    Nerden : İzmir
    Kayıt tarihi : 27/07/08

    http://yorukalemi.tr.gg

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER Empty Geri: YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER

    Mesaj tarafından İbrahim ÖNDER C.tesi Ocak 17, 2009 6:21 pm

    Köy içinden sorduk soruşturduk, Hacı Amca’nın kışın akan, yazın kuruyan Karadere’nin gözünde, Boğaziçi mevkisindeki, Dıngıloğlu’nun yurduna gittiğini öğrendik. Ver elini, Dınğıloğlu’nun oğlu Hüseyin'i de alarak Bogaziçi’ye vardık. Karadereli Gara Yusuf oğlu 82 yaşındaki sağlam yürekli, çelik bilekli Hacı Amca’nın elini öptük; başladık koyu sohbete. Yörede Deveciler sülalesinden olarak bilinen Hacı Amca’nın ilk sözü, “Çok şükür, dört yüz koyunum, sekiz devem, evim eleğim var. Ben özü çıralı dost arıyom.” dedi. Bu büyük laftı. Özü çıralı çam ağacı evin direğinde kullanılır. Evin çatısının bütün yükünü taşır. Yüzyıllarca dayanır, ateş tutuşturur, yanarsa da gür yanar. Yani sağlam, uzun süreli, yararlı dost isterim demek istiyor.


    Hacı Amca’nın annesi Develioğlu Hacı Osman kızı Fatma da esaslı kadınmış. Yaşlılığında bile üzerine yorgan örtmez koyun yününden yapılan kepenek örtermiş. Bir yayla göçünde yedi yüz koyun, yirmi beş kısrak, üç katar, yani yirmi dört deve ile giderken gürül gürül akan çaya gelmişler. Ören'den gelen çay yağmurla çoğalınca koyun karşıya ürküp geçmek istemez. Ne kadar uğraştılarsa bir türlü suya daldıramazlar. Hacı Amca’nın anası Fatma Nine, büyük oğlunun omuzcuğuna biner. Oğlu suya dalar. Su oğlanın omzuna gelir..

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER Bmcxmy1

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Ağustos ayında İğdirce Yaylası’nın güneşin az gördüğü kuytularında hâlâ kar var. Zaten hava da ola­bildiğince serin. Tepeyi aşınca İğdirce Ovası. Canavarcılarla Çökeklilerin paylaşamadığı ova, demek buymuş. Ama ovada Canavarcılar sülalesinden birkaç çoban vardı. Ortada çeşme. Hemen, araba gibi biz de hararetlendik. Küyner kokulu susakla kana kana su içtik. Doymadık, bir de kuyuya kovayı salladık. Buz gibi sudan içtik, içtik; midemiz doldu, ruhumuz doymadı. Kuyudaki kuş seslerini dinledik; farklıydı. Sorduk, soruş­turduk. Kar kuşları varmış; bembeyaz, apappak olurmuş. Gündüz sıcağından kuyunun içindeki örme taşların arasına girer, serince dururmuş. Dıllanıverdik, görmediğimiz, bilmediğimiz kar kuşunu görmek için. Kuyunun duvarları koca daşlarla örülmüş. Aralarda ötüşüp dururlar bembeyaz. Elimizi uzattıysak da tuta­madık. İyi tutulmuyor. Yoksa kalırlar mıydı bugünlere kadar? İnsanlar neler etmezdi? Taş aralarında yılan da olurdu. Fazla da elimizi korkudan uzatamadık. Kuşlar da gecenin ve kışın özgürlüğü için beklemeye kaldı.


    Geldik çadıra. Bir çoban köpeği var, heybeti insanı titretiyor. Bir dişleri var, dalsa mandayı devirecek Az sonra Bey Dağlarının yaylasını gördük hakikaten dağların beyiymiş, aşağılar da otlar kuruyken buralarda yemyeşil. Her yerden su çıkıyor. Her yerde koyun keçi sığır sürüsü, Yaratanın Yörüklere saklıca verdiği yayla demek bu. Ancak diğerleri; şehirlerde ve köylerde yaşayanlarda sütten peynirden etten yararlanıyor. Onlarda bulduklarınla yetinsinler. Yaylanın ortasına araç ve insan topluluğu var. Biraz daha gittikten sonra ulaştık iyi ki İmecikli amca yolu çenesiyle gösterip ihi ordacık dedi yarım günde geldik, eğer elinle gösterip, da orda deseymiş yolumuz iki gün sürecekmiş.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Dostlar ve şöleni düzenleyenler b Dalaman'ın Sabunlu'suna, Fethiye’nin Karacaören'ine uzaktan bakıp geçiyoruz. Kıvrım kıvrım yollar. Az daha gidince bembeyaz tarlalar ya da alası sarılı papatyalı tarlalar. İçlerinde koşmak istiyoruz, kıyamıyoruz çiğnemeye, zarar vermekten korkuyoruz. Papatyalara basıp ezmeden tarla sınırlarından, çalı aralarından yürüyerek ilerliyoruz. Yıkık bir evle karşılaşıyoruz. Mal sahibiyle ölür, dedirtiyor. Bir adam öldüğü zaman önce hayvanları ölür, sonra ağaçları kurur, daha sonra evi yıkılır. Oysa o ev yapılırken, tarla kazanılırken, ağaçlar dikilip yetiştirilirken ne emekler çekilmiştir. Yemeyip içmeyip borç harç, gece gündüz çalışılmıştır. Çoluk çocuk namerde muhtaç olmasın diye ata ne hayaller kurar mal edinirken. İnsan, belki ahireti bile düşünmeden dünyaya direk kalacağını düşünür. Bir de çocuklarını düşünür. Ancak evlat hayırsızsa ev yıkılır, baykuş tüner. Yoldan geçenler de, ”Evlat hayırsız çıkınca filancanın evine baykuş tünemiş.” derler. O zaman, dünya malına önem verdiğimiz kadar çocuklarımıza emek verip hayırlı yetiştirmeliyiz. Evlat hayırlı olursa ev yıkılmaz, ocaklar sönmez, bacalar tüter. İçimizden bir ah çekip yola devam ediyoruz.


    Yörük kocası söverken de okkalı söver. ”Gahba garının gunnadığı!..” derken karşısındakinin anasını hem kahpe yapar hem de köpeğin doğurmasına gunnama dendiğinden adamı gancık köpek yavrusuna benzetir. Ve “Bilmem nesini neddimin bızalattığı!..” dediği zaman da adamın anasını sığıra, kendini de bızaya benzetir.


    Bu nedenle Yörükle küfür dalaşına girmek de zordur. Bir lafıyla dokunmadık yer bırakmaz. Kendilerine çatanlar yabancıysa ”Köpeksiz köy gördün de deyneksiz mi geziyon?” deyip çokaşıverirler. Çatanları, dayaktan kırıp geçirirler, deriye gatmalık ederler. Kırılan kemikler, yerinden ayrılan, berken etler düzelsin diye, yeni kesilmiş hayvanın derisine, daha soğumadan, kendi sıcağıyla, dayak yiyen kişiyi katarlar. Sonra da için için yanan, hayvanların dışkısının toplandığı sarmalıkta yer açarlar. Soluk alabilsin diye kafası dışarıda sarmaya gömerler. Kafasının üstüne bez örterler. Onun üstüne de yazın gölge etsin, kışın da rüzgarı, soğuğu kessin diye çalı çırpı örterler. Deri soğuyunca, sarmanın sıcaklığı destekler. Buna deriye gatma denir. Deriye gatılan, hasarın ağırlığına göre, iki ya da üç saat sonra çıkarılır. Sonra yün döşeğe yatırılır, üstüne de yün yorgan örtülür. İlerde ayağa kalkar; ama tam iyileşmesi için bir ağustos ayının geçmesi gerekir. En iyisi bu kadar eziyete katlanmaktansa, Yörüğe çatmamak, ekleşmemek, hele hele kötü niyetle yanına varmamak gerekir. İyi niyetli değilseniz, en çıkar yol budur.


    Yemekleri yedikten sonra, 'yük katı mala sarılır' hesabı, develere yükleri, katırlara tavuk sepetlerini sardık. Yük çok, iki sefer edilecek. Teyze bekçi kaldı; biz yola devam ettik, yukarı doğru yürüdük. Bayâ ilerledikten sonra yolda, ağaç oluklu çeşmeden susakla, kana kana su içip yola devam ettik. Koyunlar ve keçiler dağınık, yayılarak yürüyor. Develerle katırlar izlekten gidiyor, yol, yamaç ve kayalar arasında. Gelin çocuğunu golanla ardına sarmış. Kucağında oğlak. Göçün ucu ardıçlı gediği dolaştı. Bizde yeni doğan oğlakları kucaklayıp yardımcı oluyoruz. Sanatçımız Arif Sümbül yine yanımızda, bizimle beraber. Taşların üstündeki ardıcın dibine oturdu, kabak kemana ile, sözlerini Karadereli Hasan Bülbül'ün yazdığı, 'Löngür löngür löngüreşir gelir de kara develerim' türküsünü söyledi. Türkü tam göçü tarif ediyordu.


    Oradan, Osmancık Tepesi'ne geldik. Varacağımız yer olan, sineklerin soğuktan yaşayamadığı, Atkuyruksallamaz Dağı ve etekleri görünüyor. Etraftaki tepelerin dağların adları var: Soğucaksu Gediği, Kartal Gediği, Pırnaz, Kızılöz Gediği, Oylumuar Pınarı, Çiğirdikli, Ahatlı Gediği, Dikencik, Rahat Yaylası, Karagöl Dağı, Sırat, Subaşı Kısığı, Kartın Gediği, Yellidor. Sonra yüklü deve dinlenmez, dedik aşağıya sallandık. Dümdüz bir ova, buraya Kuruova diyorlar. Şimdi yemyeşil ve su arıklarıyla dolu. Yazın burada arıktaki sular çekiliyor, sadece çeşmedeki su akıyor. Civar köylerdeki insanlar atlarını, katırlarını buraya salıyorlar. Atöreği denen bu yerde atlar sonbahara kadar kendi başlarına yayılıyor. Sonra sahipleri gelip götürüyor.


    Onlarla da vedalaşıp Muğla'ya geri döndük. Döğerek'teki keçi, koyun çobanlarıyla görüştük. Keçi güden kızın bir elinde taş, bir elinde değnek, korkusuz. Dağda yalnız keçi güderken biri çatsa daş, alama kovarım, diyor. Ben Yörük kızıyım korkmam, çatana haddini bildiririm, diyor. Daha önceki gezimde, yaz aylarında Elkin Yaylası'nda tek başına tütün kıran gen kız, “Çatan olursa elimdeki daşı, abu döğüsün doğurduğuna der alnının ortasına yapıştırîn.” demişti. Eklin Yaylası'nda ormanın içerinde bir yer. Yolda giderken toz dumana karışıyor. Eğer açık arabayla giderseniz, toz bir kazan suyla bile temizlenmez. Çamlar dimdik, tepesine baktığın zaman şapkayı düşürtür, o kadar yüksek. Orman İşletme de buralara keçileri sokmuyor, çobanlar dertli. ”Bizim keçiler sincap mı, keler mi, kuş mu da koca çam ağacının başına çıkıp ağacın pürülerini yiyecek!” diyorlar. Yerler fare delikleriyle dolu. Belli ki yaz gelince yerden çıkmışlar. Yılanlar da toprağın altından çıkmış, eminim. Kışın kendisini yiyen fareleri yakalayıp yiyorlar türlerinin intikamlarını alıyorlar. Zaten altı ay fare yılanı, altı ay yılan fareyi yer, yaz yaşamı böyledir.


    Daha bir ay geçmeden Yatağan'da, bu yıl sekizincisi yapılan deve güreşlerine geldik. Bir gün önceden develer gelmeye başladı. Koca kapılı hanlara ve duvarı örülmemiş inşaatların alt katlarına yerleştirildi. O soğukta deve sahipleri develerin yanında yatıyorlar hem develer yalnız sıkılmasınlar hem de değerli olan çanları eller almasın diye.


    Develer zemheride güreşir, aralık, ocak, şubat aylarında. Ülkemizde özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde oldukça yaygındır. Yatağanlılar da ülkede en büyük deve güreşlerini yapmak için var güçleriyle çalışıyor.


    Eşeğin gebeliği on iki aydır. Eşeğin yavrusuna goduk derler. Eşek doğum yaparken insan, nedendir bilinmez ama, göremez. Eskiler, “Gören olursa, kazanda ısıtılan suyun içine kırk taş atılır ve o suyla kırk kere tasla su dökülerek yıkanılır, yani kırklanılır.” derler. Eşek inatçıdır, bu normaldir. Üstünüze semer ağacını size sormadan vursalar, onun üstüne binseler ya da yük sarsalar, sonra da bu sizin kaderiniz deseler siz de isyan edersiniz, inatlaşırsınız.


    Ben yazılarımda, özellikle yaşlılar, çocuklar, çiçekler ve hayvanları çok sevdiğimden goduktan guline, şişekten köşeğe hayvanlar âlemini incelemek anlatmak isterim. Yaşlıların bilgeliğinden tecrübesinden faydalanmayı, çocukların saflığında temizliğinde olmayı isterim. Sıkıntımızda, umutsuzluğumuzda, çaresizliğimizde, insanlıktan çıktığımızda, isyanımızda yaratana sığınıp verdiği akılla çare aramayı isterim.


    Çomakdağlının kandırıldığı, kazıklandığı daha duyulmamış. Muhtara sorarsan, “Biz parayı kolay kazanmıyoruz. Savurmayız. Hakkıyla alırız, bizi kandıramazlar.” diyor.


    O gün bizim de denk geldiğimiz, düğün canlandırılması yapıldı. Yüzlerce yıllık gelenek devam ediyor. Önce Dibekdere’nin, ülkemizce meşhur zurnacıları zeybek havalarını çaldılar. Kartal gibi kollarını açan zeybekler oyunda, bazen at gibi sıçradılar bazen koyun gibi uslandılar; ama çökerken işgalci düşmana mavzeri elinde, kurşun sıkar gibi çöktüler. Ayağa kalkarken ülkeyi kurtarmanın, hürriyetin, özgürlüğün gücünü hissedercesine heybetle kalktılar. Her oyunda her figürde sanki tarih yazılıyordu. Yeni nesle adeta, vatan böyle kurtulur, böyle korunur, diyorlardı.


    Kadınlar ise zarafetin, inceliğin, adabın, terbiyenin sınırları içinde usul usul oynuyorlar. Yöre, kadınıyla erkeğiyle oyunu çok iyi biliyor. Bazı aileler de çocuklarıyla ortaya çıkıyorlar. Kültür nesilden nesle akıp gidiyor. Gelinin başında şeker paralaması, geline pusatta giyim kuşam getirilmesi, kına yakılması, gelinle arkadaşlarının oynaması, sonra ata binmesi, damadın atına, avradına, silahına sadık olması için atın boynunun altından üç defa geçirilmesi, sonra da bereket ve bolluk gelmesi dileğiyle havaya buğday saçması unutulmayan geleneklerden.


    Köyde dernek de kurmuşlar. Geleneği, Türk böyledir, dercesine sürdürüyorlar. Akşam olunca ortaya ateş yakıldı. Pehlivanlar kispetlerini giyip yağlanmaya başladılar. Belki de ülkemizde gece güreşi geleneğini sürdürüldüğü tek yer Çomakdağ diyebiliriz. Güreş hakemi olarak dünya, Avrupa, Akdeniz, Kırkpınar şampiyonlarından Mehmet Güçlü, güreşin ustası Ahmet Kozak , Milas İlçe Spor Müdürü ve Antrenör Mustafa Ünlüsoy, bölge hakemlerinden Şakir Hoca hazırlar. Gecenin karanlığında yanan ateşin ışıltısıyla, kadınlı erkekli bütün köylü toplanmışlar. Cazgır son bir defa daha uyarısını yaptı, “Pehlivan, pehlivan! Kispeti beline, besmeleyi diline, haydi pehlivan meydan yerine!” diye bağırdı. Koç yiğitler boy boy sıralandı ve sonra güreş tuttular. Gelenek şöyleydi: Kırkpınar’da baş pehlivan, olmuş nam yapmış bütün pehlivanlar mutlaka Çomakdağ’da güreşir. Baş pehlivan olunca, yaşlanıp güreşi bıraktığında hacca kendi gidemez ise kispetini hacca gidenlerle kutsal topraklara gönderir; peygamber sporunu yapmanın huzurunu yaşar.


    Yağlı güreşte İslam’ın ahlakını, Türk’ün yiğitliğini her harekette görebilir, ata sporumuz için gurur duyabilirsiniz. Önce minikler, sırasıyla toz koparan, ayak, orta, baş altı, baş boyları cazgırın şiirsel anlatımıyla peşrev çekerek güreşlere başlıyorlar. Her boyun her güreşi kıran kırana geçiyor. Sabahlara kadar süren güreşleri kadını, erkeği, yaşlısı, genci hiç ayrılmadan seyrediyor. Her peşrev çekişte, her oyunda bol bol alkışlıyorlar. Her boyun birincileri, nihayet baş pehlivan da belli oluyor. Sonra seyirciler evlerine dağılıyor. Köylü köyüne, evli evine, yolcu yoluna giderken biz de köyün ileri gelenlerine, pehlivanlara ve hocalara teşekkür ederek ayrılıyoruz, yeni obalara, yeni yurtlara gitmek üzere.

    YAZININ DEVAMI YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDA. BU KİTAPTA ANADOLUNUN BÜYÜK KISMINDA YAŞAYAN YÖRÜKLERİN HAYATLARI GELENEKLERİ GÖRENEKLERİ HAYALLERİ VE UMUTLARI VAR…. LÜTFEN KİTABI EDİNİN; BAĞIMSIZLIK SEVDALISI YÜRÜYEN TÜRK OLAN YÖRÜKLERİ YAKINDAN TANIYIN.
    İbrahim ÖNDER
    İbrahim ÖNDER
    Site Kurucusu
    Site Kurucusu

    Erkek Mesaj Sayısı : 525
    Yaş : 51
    Nerden : İzmir
    Kayıt tarihi : 27/07/08

    http://yorukalemi.tr.gg

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER Empty Geri: YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINDAN SEÇMELER

    Mesaj tarafından İbrahim ÖNDER C.tesi Ocak 17, 2009 6:28 pm

    YÖRÜK OBALARIMIZ KİTABINI EDİNMEK İÇİN:

    FETHİYE SAHAF

    CUMHUR DURMAZ


    0252 614 61 10 - 0537 622 60 00

    fethiyesahaf@gmail.com

    www.fethiyesahaf.com



    RAMAZAN KIVRAK

    Cumhuriyet mah. Fatih cad.Karaçulha Fethiye Muğla

    0252 6464128-0532422 7015

    www.yorukler.com

    E-posta adresi: yorukeditor@hotmail.com
    İbrahim ÖNDER
    İbrahim ÖNDER
    Site Kurucusu
    Site Kurucusu

    Erkek Mesaj Sayısı : 525
    Yaş : 51
    Nerden : İzmir
    Kayıt tarihi : 27/07/08

    http://yorukalemi.tr.gg

    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    Sayfa başına dön

    - Similar topics

     
    Bu forumun müsaadesi var:
    Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz